MEVLANA CELALEDDİN RUMÎ (K.S.) VEFATININ
745. YIL DÖNÜMÜNDE ANILDI
"EĞER
RUHUNU YÜKSELTMEK ve RUHEN YÜCELMEK İSTİYORSAN SADECE VE SADECE ALLAH'A KUL OL,
SAKIN KULA KUL OLMA!"
TRABZON - Trabzon Büyükşehir Belediyesi ve
Trabzon Üniversitesi Devlet Konservatuarı tarafından Ünlü Tasavvuf ve İslam âlimi
Mevlana Celaleddin Rumî'nın (K.S.) vuslatının 745'inci yıldönümü anma
etkinlikleri kapsamında Şeb-i Arus Programı düzenlendi.
Hamamizade
İhsan Bey Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen programda katılımcılara seslenen
Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, Mevlana
Celaleddin Rumî'nın vefatının 745. yıl dönümünü, Yüce Allah'a (C.C.) kavuştuğu
düğün gecesi olarak nitelendirdiğine dikkat çekti.
"GÖKKUŞAĞI YAĞMURUN ARDINDAN
ÇIKAR!"
Trabzon
Büyükşehir Belediye Başkanı Gümrükçüoğlu:
"Mevlana Hazretleri bu kadim
topraklarda hizmet eden Yunus Emre gibi, Hacı Bayramı Veli gibi diğer gönül
sultanlarıyla birlikte bu aziz vatanımızı İslam medeniyetinin adeta kalesi
haline getirdiler. Allah (C.C.) hepsinden razı olsun.
Mevlana Hazretleri aşkla, sevgiyle,
dostlukla, teslimiyetle birlikte mücadelenin azmin, umudun, zorlukların üstüne
gitmenin sembolü olmuştur. Bütün dünya onu tanımıştır. Bizde millet olarak
bazen bitmek bilmeyen dertler yağmur gibi üzerimize yağsa da, Mevlana
Hazretleri gibi o dertlere aldırmayıp 'Allah'tan gelen hoş gelmiş sefa gelmiş'
diyerek, onun yolunda yaşamaya gayret edecek olursak, gök kuşağının yağmurun
altından çıkacağını bilirsek, inşa'Allah Allah-u Teâlâ hidayetini nasip
edecektir"
diye konuştu.
Başkan
Gümrükçüoğlu'nun konuşmalarının ardından Hz. Mevlana'nın (K.S.) vuslatının 745'inci
yıl dönümü anma etkinlikleri kapsamında Sultan 3. Selim Han'a ait olan Suzidilara
Mevlevi gösterisi icra edildi.
MEVLANA CELALEDDİN RUMÎ (K.S.)
Büyük
Tasavvuf ve İslam âlimi, düşünür, İlim ve Bilim adamı ve güzel ahlak timsali
Mevlana Celaleddin-i Rumi, tüm yaşamı boyunca insanlığı iyiye, güzele ve aydınlık
yarınlara doğru yönlendirmeye çalıştı. Allah (C.C.) ve Peygamberimiz Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V.)'in aşkı aşkıyla yaşadı.
Hz. Mevlana,
30 Eylül 1207 yılında bu gün Afganistan sınırları içerisinde yer alan
Horasan'ın Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlana'nın
babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibi
oğlu Bahaeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine
Hatun'dur.
Sultan'ül-Ulema
Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası
nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultanü'I-Ulema 1212 veya 1213
yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.
Sultan'ül-Ulema'nın
ilk durağı Nişabur olmuştur. Nişabur şehrinde tanınmış mutasavvıf Feridüddin
Attar ile de karşılaştılar. Mevlana burada küçük yaşına rağmen Feridüddin
Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultan'ül
Ulema Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Küfe yolu ile Ka'be'ye hareket etti.
Hac farizasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra
Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Larende'ye (Karaman)
geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.
1222
yılında Karaman'a gelen Sultanü'l-Ulema ve ailesi burada yedi yıl kaldılar.
Mevlana 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da
evlendi. Bu evlilikten Mevlana'nın Sultan Veled ve Alaeddin çelebi adlı iki
oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlana bir çocuklu dul olan
Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlana'nın bu evlilikten de
Muzaffereddin ve Emir Âlim çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı
dünyaya geldi.
Bu
yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında
idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış,
ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en
parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alaeddin Keykubad idi. Alaeddin
Keykubad Sultanü'I-Ulema Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve
Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin
Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve
dostları ile geldiler. Sultan Alaeddin kendilerini muhteşem bir törenle
karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultanü'l-Ulema
12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayının
Gül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlana Dergâhı'ndaki bu günkü
yerine defnolundu.
Sultanü'I-Ulema
ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlana'nın çevresinde toplandılar.
Mevlana'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlana büyük bir
ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları
kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlana
15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizi ile karşılaştı. Mevlana Şems'de "mutlak kemalin varlığını"
cemalinde de "Tanrı nurlarını"
görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.
Mevlana,
Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda
Selahaddin Zerkubi ve Hüsameddin çelebi, Şems-i Tebrizi'nin (K.S.) yerini
doldurmaya çalıştılar.
Yaşamını
"Hamdım, piştim, yandım"
sözleri ile özetleyen Mevlana, 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk'ın rahmetine
kavuştu.
Mevlana'nın
cenaze namazını Mevlana'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevi kıldıracaktı.
Ancak Sadreddin Konevi (K.S.) çok sevdiği Mevlana'yı kaybetmeye dayanamayıp
cenazede bayıldı.
Bunun
üzerine, Mevlana'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.
Mevlana
ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O, Hakk'ın rahmetine
kavuştuğu zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacağı zaman, Onun için Mevlana
ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arus"
diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek,
vasiyet ediyordu.
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde
aramayınız! / Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir."
Her
türlü kemale erişi aşkta gören Mevlana'nın bütün eserleri aşka dairdir. Zira
aşk hayatın aslıdır, özüdür. Kâinatın yaratılış sebebi aşktır. 'Sen olmasaydın
bu gökleri yaratmazdım.' kudsî hadisiyle; varlık âlemlerinin yaratılmasındaki yegâne
maksadın, Cenab-ı Hakk'ın (C.C.), Hazreti Peygambere (A.S.M.) duyduğu sevgi
olduğu belirtilir. Mademki varlığın mayası aşktır, aşkın en ileri noktası olan
Allah (C.C.) aşkı ve muhabbeti her şeyin üzerinde değere sahiptir.
Mevlana,
bu düşünceden hareketle, binlerce beyitte ilahi aşkı söylemiştir. Onun aşka
dair düşüncelerini dört grupta toplamak mümkündür. Akıl ve aşk mukayesesi,
aşkın üstünlüğü ve değeri, fanilere duyulan aşkın geçersizliği, aşktan nasibi
olmayanların zavallılığı ...
Mana
Padişahı Mevlana'ya göre; akıl ve ilim, gayb âleminin gerçeklerini kavramada
yetersizdir. Bunlar insanı bir noktaya kadar götürür, ancak hedefe ulaştıramaz.
Fakat insan aşktan kanatlara sahipse, ilim ve aşkın hayal edemeyeceği kadar
yücelir. Tıpkı Miraç Gecesi olduğu gibi. O kutlu gecede Hazreti Peygamber (A.S.M.)
ve Cebrail (A.S.) gök katlarında yükselirken, Sidre-i Münteha'ya gelince; Hz. Cebrail
(A.S.) "Bir parmak ucu daha
ilerlersem, yanarım." diyerek kalmış, Hazret-i Peygamber (A.S.M.) ise
Sidre'yi geçerek Cenab- Hakk'a (C.C.) yakınlığın son derecesine ulaşmıştır.
Sidre-i Münteha denen yer; gerek melek gerekse peygamber, bütün varlıkların
ulaşabildiği son noktadır. Bir başka deyişle Emr-i İlahiden başka her şeyin son
bulduğu yerdir. Mutasavvıflar buradan hareketle, Cebrail (A.S.)'i beşer idrakin,
ilim ve aklın sembolü, Hazret-i Peygamber (A.S.M.)'i ise gönül ve aşkın timsali
olarak görürler.
Hazret-i
Mevlana (K.S.) bu hususa işaret eder:
"Gerçi başlangıçta akıl muallimdi.
Sonra akıl üstatken ona talebe olur.
Akıl, Cebrail gibi ; ' Bir adım daha gitsem;
bu kol, kanat yanar.
Sen bana bakma, yürü, geç! Benim için daha
ileri yer yok."
der. (Mesnevi, I/ 1112-1114)
Bu
yüzden Mevlana; aşkı, her sufînin yaşaması gerekli bir hal olarak görür. Ona
göre ancak aşkla sevgiliye, Hakk'a bağlanan gönül muteberdir. (Mesnevi, I /
1853).
Cebrail
(A.S.) gibi, akıl ile insan Allah'a ulaşamaz; yarı yolda kalır. İnsanla Allah
arası bir deniz mesafesi ise; akıl bu denizde bir yüzücü, aşk ise bir gemidir.
Yüzmek güzeldir, ama uzun bir yolculuk için yeterli değildir.
İnsan
yüzerken yorulabilir, boğulabilir. Ama gemiye binen hedefine ulaşır. (Mesnevi
IV/ 1423-27)
Bu
aşkın mahiyeti ise sözle anlatılmaz, satırlara sığmaz. Ancak tadanlar bilir:
"Birisi sordu: 'Aşıklık nedir?' Dedim
ki: " Benim gibi olursan bilirsin!.." (Mecalis-i Sab'a,
82)
Yüce
Sultanın "Ben ol da bil!"
sözü Cenab-ı Hakk'a ulaşma yolundaki, bilmek, bulmak, olmak merhalelerinin son
derecesinin aşk ile gerçekleştiğini ifade eder.
İlim
ve akıl ise sadece bilmeyi sağlar.
Yine
Mesnevide:
"Aşk; her ne şekilde açıklasam da,
anlatsam da onu tarifte insan dilsiz kalır.
Kalem, gerçi her şeyi yazar ama, aşka
gelince başı döner."
"Akıl, aşkı anlatmada çamura batmış
eşek gibidir. Aşkı ve aşıklığı yine aşk izah eder."
"Güneşe delil, yine güneştir. Sana
delil lazımsa, güneşten yüzünü çevirme." (Mesnevi, I/ 117-121)
beyitleriyle
aşkın tarife sığmadığı söylenilirken, aklin acizliği bir kere daha dile
getirilir.
Aşk yüzünden elbisesi yırtılanın, hırstan
ve ayıptan temizlendiğini, aşkın bütün hastalıkların hekimi, kibir ve azametin
ilacı olduğunu, topraktan yaratılan bedenin aşkla yüceldiğini (Mesnevi,
I/22-25) söyleyen Mevlana; insanların hırs, tamah, kibir, kıskançlık ve kin
gibi kötü huylardan ancak İlahi aşk ile arındığını belirtmek ister. Toplumda
İlahi sevgi ile manevi âlemi tanıyanlar çoğunlukta olursa aksaklıklar düzelir,
huzur hâkim olur. Diğer yandan insanın dünyadaki geçimi için bir sanat
öğrendiği gibi, ahireti kazanmak için de bir sanat öğrenmesi, bu din sanatının,
kazancının da aşk olduğu öğütlenir. (Mesnevi, II/2618-27)
Mevlana
şöyle diyor;
"Anam aşk, babam aşk,
Peygamberim aşk, Allah'ım aşk,
Ben bir aşk çocuğuyum,
Bu âleme aşkı ve sevgiyi söylemeye
geldim."
Buradan
anlaşılan şudur ki, yalnızca dinin kurallarına uymakla yetinenler, dinin özünü
tanımayıp, kabukta kalanlardır. Asil olan insanın ibadetlerine Allah aşkını
katması, tam bir ihlas ve samimiyetle kulluk etmesidir.
Hazret-i
Mevlana, Allah aşkının dışındaki sevgilere aşk demez;
"Aşk, renge ve kokuya bağlı olursa, o
aşk değildir, kişiye bir utançtır." (Mesnevi, I/224)
"Faniye olan aşk ebedi değildir. çünkü
insan bu düzenin hükmüne, ebediliğe müsait değildir.
Her an gönüle feyizler veren, goncadan daha
taze olan, gözün ve ruhun safası olan İlahi aşk bakidir.
Daima diri ve ebedi olana âşık ol, Sırrını
o nura kavuştur.
Onun aşkını iste, çünkü bütün peygamberler,
veliler bu aşkı, iksirin ta kendisi bildiler.
'Bu aşka bende kabiliyet yok' deme. Kerem
sahibinin ihsan etmediği bir nesne yoktur." (Mesnevi, I/226-230)
"Külle aşık olanlar, cüz' e itibar
etmez. Cüz' e meyleden, küllün isteyicisi değildir." (Mesnevi, I/ 2903)
beytiyle
Mevlana, Allah âşıklarının Cenab-ı Hak dışında, başka hiç bir şeye değer
vermediğini, sevgisini fani unsurlara yöneltenin ise Allah aşkından yoksun
olduğunu belirtir. Ancak bazen istisnai durumlar olabilir. İnsan faniye duyduğu
aşkta kararlı, vefalı ve sadık ise, bu mecazi aşk onu gerçek sevgiye, ilahi
aşka götürebilir:
"Vehme, hevese aşık olan sadıksa; bu
mecaz onu hakikate götürür." (Mesnevi, I /2861)
Mecnun,
Leyla'nın aşkıyla yola çıkmış, neticede Mevla'nın aşkına ulaşmıştır. Ama
insanın ne mecazi, ne hakiki aşktan nasibi yoksa Hazret-i Mevlana, bunlara sert
bir dille çatar:
"Mademki âşık olmuyorsun, git yün ör,
iplik eğir.
Yüz işin var, yüz renge boyanmışsın, yüz
rengin var, yüz alacan...
Mademki kafatasında aşk şarabı yok,
Var, geliri bol kişilerin mutfağında kase
yala..."
(Rubailer, s.126)
"Her kim aşk ile yanıp tutuşmamışsa;
o, uçmayan, kanatsız kuş gibidir." (Mesnevi, I/31)
Yaradılışın
özünü ve insanın fani benliğinden yükselişini aşkta bulan Hz. Mevlana; aşksız
geçen ömrü, ömür saymaz:
"Baht sana yar olur, yaver kesilirse;
Aşk, seninle işe güce girişir.
Aşksız ömrü hesaba sayma;
O sayıdan dışarda kalacaktır çünkü..." (Mecali-i Saba, 43)
(Kaynak:
Risale Ajans)
26.12.2018
Yorumlar
Yorum Gönder